schule Perşembe, Kasım 25, 2010

Bir ağacın hikayesini anlatmak isterim size. Ama ağaç deyip de geçmemek gerek. Siz deyin çınar ağacı yıllara şahit olmuş, ben diyeyim renk cümbüşü, desen desen çocukların kalbi...

Öyle bir ağaç ki bu; her bir yaprağı ayrı bir bahar getirmiş içimize. Tohumken fidan, fidanken umut olmuş. Hiçbir balta kesememiş,yıkılmamış. İlimle irfanla sulamışlar. Kökleri, kalbimizi saran, koruyan muhafızmış. Mutlu sonlar yaratmış, bizi mutlu yapmış. Ve en önemlisi de çevresi de fidanlardan koca bir orman olmuş.

Sadece bahar değilmiş içimize getirdiği... Belki de bir kış günü, ama soğuk değil. Beyaz ve masumca. Soğukta içilen, dumanı üstünde bir bardak çay gibiymiş. Fakirlerin evine yılda bir giren et gibi. Bu kadar anlamlı, bu kadar hayat doluymuş. Sel oldu mu toprağı korumuş, tutmuş, bırakmamış. Sevgisini güneşten alıp, doğruca fidanlarına yansıtmış. Yeis kalmamış akıllarda. Cahilliğin üzerine set çekmiş kitaplardan. Gülen yüzlerle sevinçleri, ağlayan gözlerle de hüznü tatmış. Kurumuş, dallarında hal kalmamış, ama onun gibi bir sürü ağaç yetiştirmiş. Dünyaya oksijen verip "Oh be!" dedirtmiş. Ne güzel bir dünya öyle değil mi? Aslında bu hikaye gerçek. Sanmayın ki onlar bizden çok uzakta. Mesafelere çizik atmak bize düşmüyor mu?

O ağacın gerçekteki hali öğretmenlerdir. Şu satırları dahi onlarsız yaşamak mümkün mü? Yaşamayı, yaşatmayı, sevmeyi, sevdirmeyi, yeşermeyi, yeşertmeyi, olmayı, olgunlaştırmayı, kısacası fidan büyütmeyi bilen öğretmenler... En önemlisi de bu hikaye mutlu sonla bitmiş. Umarım ki bizim mutlu hikayemiz hiç bitmez.

Zeynep EĞMEN
Korgan AİHL 11-A

Yeminimi de ettim. Bugün itibariyle gerçek öğretmen (!) olmuşum.
Günümüz kutlu olsun bakalım.

schule Salı, Kasım 02, 2010

Topu topu 4 yazı yazmışım son İstanbul yolculuğum üzerine. Gerçi bu biraz da yazı kısırlığından kaynaklanıyor. Zira 23 Temmuz muş tarihi.


'Arkadaşlar' teması üzerine kurulu önceki İstanbul gezintilerinin konsepti farklıydı bu kez. 29 Ekim tatilini fırsat bilen kardeş ve kuzen topluluğu, Kültür Başkenti'nde buluşma kararı almışlar. Başta mırın kırın etsem de, kardeşlerimi özlemiş olmanın üzerimde
oluşturduğu psikolojik baskı(!) hasebiyle bu davete icabet etmek lazım geldi.

İyi de oldu...

Aile fertlerimle uzun zamandır bu kadar eğlenmediğim.

Bu seyahat sonrasında akılda kalanlarsa:



Ali Sami Yen ile ilk ve muhtemelen de son buluşma;



Hagi'yi dünya gözüyle bir kez daha görebilme;




90 dk boyunca yapılan tezahürat sonrası kısılan sesle (bkz: travestivari ses) karaoke barda söylenmeye çalışılıp adeta katledilen güzelim 'Ele güne karşı' şarkısı;


bol çikolata;


Kahve Dünyası'nda 30 dk.lık bekleyişin ardından gelen çakma sufle fiyaskosu;

Taksim'deki intihar saldırısı;

yeşiller içinde, Boğaz manzarası eşiliğinde yapılan sabah kahvaltısı;

ve inanılmaz ama SIFIR ALIŞ-VERİŞ....



Bir dahaki İstanbul seferim sanırım bir hayli hoş bir amaç için gerçekleşecek. O zamana kadar Fatsa dışına çıkmak yok artık ;)