schule Cuma, Ocak 22, 2010

2009-2010 eğitim öğretim yılının birinci dönemi bugün itibariyle sona erdi.


Zayıfı umduğundan çok geldiği için ağlayanlar; takdiri, teşekkürü kıl payı kaçırıp kahrolanlar; hiç beklemediği halde notu yüksek gelip havalara uçanlar... Öğrenci olmak zor vallahi.

Ama ben de yorulmuşum vesselam.

O vakit ,8 Şubat'ta tekrar ders başı yapıncaya kadar kafa dinlemek, gezmek ve görmek zamanıdır...

schule Perşembe, Ocak 21, 2010




Teyzesi, yılbaşında Rifi'ye kardeş geldi.

İsim annesi ol sen de ;)

schule Pazar, Ocak 17, 2010

Annemin, sevgili kardeşlerim tarafından Ankara'da esir tutulduğu 2 haftalık süre zarfında ilk kez mutfak önlüğü taktım. Zira üzerimdeki ne idüğü belirsiz can sıkıntısını ancak böyle yok olabilirdi. Ki işe yaradı da.


Aklıma ilk gelen şey havuçlu kek oldu. Hemen bir google taramasıyla, birkaç havuçlu kek tarifi edindim. Sonra ondan alıp, bundan kırpıp kendimce bir tarif tasarladım.

- HAVUÇLU KEK -

1,5 su bardağı şeker
0,5 su bardağı sıvı yağ
4 yumurta
2,5 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
1 çay kaşığı vanilya
1-2 çay kaşığı tarçın
1 su bardağı kırılmış ceviz
2,5 - 3 su bardağı rendelenmiş havuç


Her kek tarifinde olduğu gibi önce yumurtalarla şeker iyice çırpılır, sonra diğer malzemeler teker teker ilave edilir. Sonra da 170 derecede pişirmeye bırakılır.


Sonuç : Starbucks'ın havuçlu keki halt etmiş :)

Kekin fevkaladenin fevkinde olmasından aldığım gazla bir de mercimek çorbası pişirdim 'babim'e. Biraz koyu oldu ama tadı gayet hoştu.

Afiyet olsun...

( Not: Şaheserimi ölümsüzleştirmek son dilimde aklıma geldi. Sınırlı imkanlarla çektiğim fotoğrafın da pek albenisi olmadığından çalıntı bir kek fotoğrafı koydum. Benimkinin de bundan eksiği yok, fazlası var. Vallahi .. :) )

schule Pazartesi, Ocak 11, 2010


En son 23 yıl önce karşı karşıya gelmiş iki takım. Skor yine aynı, ama bu kez Orduspor lehine.

Senelerdir Orduspor 1.lige çıksın da GS ile maç yapsın diye dua ederdim. Nihayet o gün geldi çattı. Buradan, Ordu'nun süper lige yükseldiği çıkmasın.

Ziraat Türkiye Kupası maçı için teşrif ettiler kendileri.

23 yıllık hasretle kucakladı resmen Ordu halkı GS yi. Ve ben de ilk kez bir maçta GS dışında bir takımı destekledim. Yenileceğimiz belliydi zaten ama insanın içinde bir umut olmuyor da değil. Şöyle bir azim gelir, birilerinin gözüne girmek isterler, deli gibi koşarlar diye düşündüm. Ama boşuna umutlanmışım. Hele bir 29 numara vardı ki, saç baş yoldurttu.

Neyse, öyle böyle derken muradımıza ermiş olmanın mutluluğu ile mor-beyaz atkımızı dolayıp boynumuza döndük Fatsa'ya.

schule Salı, Ocak 05, 2010


Serinin kaçıncı yazısı oldu ben takip edemiyorum artık. Ama daha önceden de belirttiğim gibi, haftanın 4 gününü ilçeler arası yolda geçiren birine çok görmemek lazım gelir.


Efendim... Trafikte seyir halindeyken yolda kedi, köpek, kirpi , kurbağa ve bilumum mini mini hayvanlarla karşılaşırız. Hızın asgari 50 km/s olduğu asfalt yollarda kedi ve köpekler genellikle cansız (ve hatta parçalanmış) vaziyette yolun ortasında çıkar karşımıza. "Bir de biz vurmayalım garibe!" diyerek, direksiyonda hafif bir vibrasyon yaratırız telaşa mahal vermeden. E tabi ansızın yola fırlayan köpek tehlikeye sebebiyet veriyor.
Şehir merkezinden uzaklaşıp kırsal kesimlere yaklaştıkça önünüze çıkan canlılar değişiyor haliyle. İnek,eşek, koyun... Hele koyunlar..! Bunlar tek de dolaşmazlar, sürü halinde önünden geçerler, sen de 2-3 dk beklersin yolun ortasında. Gerçi kuzuları seyretmek de hoş olmuyor değil.
Bazen de birinin "Ayy! Şuna bakıııııınn!" çığlığıyla önünüzden hoplaya zıplaya geçmekte olan sincabı fark edersiniz.

Ama bugün Korgan dönüşünde alışılagelmişin yakınından bile geçmeyen bir hayvan çıktı önümüze: uzun uzun, iğrenç kahverengi tüyleriyle ağır aksak, ürpertici ürpertici yürüyen bir yaban domuzu! İlk defa bu kadar yakından görmek şerefine eriştim zat-ı muhteremi. Son da olur inşallah!

(Bugünkü 3 saniyelik görüntüyü aktarmak için kedisiydi, kirpisiydi ne aklıma geldiyse yazdım yahu. Aman canım neyse... Maksat muhabbet olsun... )


schule Cumartesi, Ocak 02, 2010


Babamı ikna edip bir türlü CD çalar taktıramadığım için arabada, evde bulduğum kasetleri dinlemek zorunda kalıyorum. Aslında iyi de olmuyor değil. Popüler eserleri dinlemekten eskileri unutuyor insan.

Geçenlerde evde Zülfü Livaneli'nin bir İstanbul konserinin kaseti geçti elime. Bu aralar Korgan yolunda o eşlik ediyor bana.

Karlı Kayın Ormanı, Odam Kireç Tutmuyor, Kardeşin Duymaz, Özgürlük...
Ama dinlemeye doyamadığım, sürekli başa sardığım iki eser var ki, burada da paylaşmak istedim.

İlki, özellikle giriş kısmındaki tüyler ürperten müzik ve aralardaki flüt nağmeleriyle - ki bu ara acayip bir flüt çalma isteği beni esir etmiş durumda- beni mest eden Leylim ley...

Leylim Ley





Diğeri ise Nazım Hikmet'in dizelerinden. Daha önce hiç duymamıştım. Sözleri çok etkileyici. 1945'de Hiroşima'da ölen bir kızı anlatıyor.
Albümde şarkıyı seslendiren Livaneli'nin bayan vokalisti sanırım. Doğruyu söylemek gerekirse, bayan sesiyle daha bir dokunaklı ve hoş olmuş şarkı... Teknik aksaklıklardan ötürü maalesef dinletemiyorum burada.

Kız Çocuğu

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.