schule Çarşamba, Ekim 21, 2009

Öğrencilik yıllarımdan kalma kağıtları, fotoğrafları vs. sakladığım bir kutu var. Dün o geçti elime, karıştırdım biraz. Lise mezuniyet yıllığı için arkadaşlarımın hakkımda yazdıkları yazıları okudum. Her an faaliyete geçmeye hazır olan göz pınarlarım yine devreye girdi, ama küçük çapta.


Birkaç karne; gazetelerden, dergilerden kırpılmış Rutkay Aziz ve Hagi haberleri, fotoğrafları; Özlem'le ders sırasında birbirimize yazdığımız kısa notlar; derken elime 24 Kasım 1997 yılında Ordu Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından yayımlanmış "Başöğretmen Atatürk" adlı dergi geçti. Sayfa 28 de bir şiir...

ÖĞRETMEN
Sınıfta inleyen tatlı sesi,
İçinde bulunan yüce sevgi,
Beyninden dolup taşan sonsuz bilgi,
Ufkumuzda güneş gibi.

O bahçıvan, bizler çiçek.
O'dur bizi yeşertecek.
Bir gün bizi yüceltecek.
Sonra bakıp övünecek.

Cahillik beynimizde canavardı,
Onu yenip kültürü yaşattı.
Bizim için saçlarını ağarttı
Hepimizde bir iz bıraktı.

Cahillikte yoktur, hiç seçilmez.
Bilgisi sonsuzdur, hiç geçilmez.
Başı dimdiktir, hiç eğilmez.
Onsuz bu vatan hiç gelişmez.

Kılıcı, kalem; savaşı, ilim yapan,
Al kanını mürekkep sayan,
Varlığını öğretmeye adayan,
Sıradan biri değil, bir öğretmen.
Şule DOĞRUCA
Fatsa Anadolu Lisesi
No:197 - Sınıf 7/B

:))

12 yıl önce sanki kendimi anlatmışım: Tatlı sesim, öğrencilerime beslediğim yüce sevgim, ve aynı zamanda sonsuz matematik bilgim... :))

Bu şiiri yazdıktan birkaç sene sonra, kardeşimin öğretmeni de "öğretmen" temalı bir şiir yazmalarını istemiş öğrencilerinden. Bizim akıllı da yazmaya üşendiği ve de benim gibi üstün (!!) yetenekleri olmadığı için kalkmış bu şiiri götürmüş öğretmenine. Aksi gibi, şiir okulda birinci, ilde de üçüncü seçilmiş. Çalıntı bir şiirle derece yaptığı için hafif bir panikleme baş göstermiş tabi Gamze'de :)

Şiir mevzusu açılmışken, ilkokul 4 de "doğa" konulu bir ödev için yazdığım ve hala ezberimde olan şahane bir şiirimi daha paylaşayım...

Kuzuların melediği,
İneklerin 'mö'lediği,
Kuşların 'cik' lediği,
Bir çiftliği görüyorum.

Bal toplayan arıların,
Uçuşan kelebeklerin,
Rengarenk çiçeklerin,
Ülkesinde geziyorum.

Gölgesinde dinlendiğim,
Dallarında sallandığım,
Meyvesinden topladığım
Bir ağaca bakıyorum.

Ormanında oynadığım,
Dağlarına tırmandığım,
Çiçeklerinden topladığım
Bir ülkede yaşıyorum

Savaşın olmadığı,
Barışın yaşadığı,
Özgürlüğün tadıldığı
Bir dünya istiyorum.

Tebriklerinizi, alkış ve ıslıklarınızı duyar gibi oluyorum :) Şaka bir yana, son dörtlük o yaşımdaki ben için fazla anlamlı olmuş.

Talebelik dönemlerimde şiir, kompozisyon yazmanın dışında, daha çok şiir okumakla ya da sunuculuk yapmakla görevlendirilirdim. Önemli günlerde, törenlerde, programlarda az mı sunuculuk yaptım... Hey gidi günler hey! Üniversiteye giriş yaptığımda, bu sosyalliğin katlanarak artacağını düşünmüştüm ama sonuç benim için hüsrandı. Geriye dönüp baktığımda -her hafta 2 gün sinemaya gitmeyi saymazsak- 5 yıllık İzmir yaşantımda elle tutulur bir tek "TSM korosu" günlerim var "sosyal faaliyet" kavramı dahiline giren.

Velhasılı kelam, köreldim... Ben artık eski ben değilim dostlar :P

"Ah bu ben kendimiiii nerelere koysammm.."

( Başlığa aldanıp çok dramatik bir yazı okuyacağını düşünenlerin hayal kırıklığını paylaşıyorum efendim :))

schule Salı, Ekim 13, 2009



Ailemizin neşe kaynağı, espri canavarım, sinir küpüm, canım kardeşim...

İyi ki doğdun!

Seni çok ama çok seven biricik ablan...

Yas

schule Pazartesi, Ekim 12, 2009

Tarihi tam hatırlayamıyorum ama, 2009'un ilk karının yolları kapatırcasına yağdığı ilk gündü o eşeği görüşümüz. Korgan-Fatsa karayolu üzerinden eve doğru seyrediyoruduk ailece. Soğuktu...Ve kar taneleri, gün boyunca yeryüzüne inen kardeşlerinin oluşturduğu beyaz topluluğa bir an önce kavuşmak için, olağanca hızıyla akın ediyorudu üzerimize.

O da yolun kenarında titriyordu çaresizce. Gidecek yeri yoktu besbelli. Yoldan geçen her araba gibi biz de yanından öylece geçiverdik içimiz burkularak. Ve yaz boyunca zavallıyı 'eşek' gibi çalıştırıp, işleri bitince dışarı salan insan kılığına girmiş yaratıklara içimizden okkalı bir küfür savurarak.


Haftalar sonra, bu kez okula giderken dikkatimi çekti aynı eşek. Yine aynı mevkiide, yine yol kenarında amaçsızca bekleyiş. Ama bu sefer hava daha yumuşak.


Aradan aylar geçti. Ama bizim eşek, nöbet tutar gibi her gün, aynı yerde bizi selamlamaya devam etti. Bir ara sevindik, arkadaş edinmişti kendine. 3-5 eşek birlikte bekleşiyorlardı Korgan-Fatsa yolunun 7.km sinde. Sonra onlar kayboldu ama bizimki nöbete devam... Bazen yerinde olmayınca gözümüz arardı, ama 200 m ötede otlarken bulur, rahatlardık.


Fakat bu sabah okula giderken, kenarda yatarken gördüm. Dinleniyor herhalde dedim içimden. Çünkü arada bir, uzanmış görürdük onu. Vücudu yerde ama başı dik...

Akşam dönüşte yine uzanmıştı.

Bu kez de dinleniyordu ama bir farkla: üzerine üşüşen sinek sürüsünden anladım ki ebedi istirahatine geçmişti. Başı yerde...Kaskatı kesilmiş olacak ki tek bacağı da havada duruyordu garibimin.


Bu cümleyi bir hayvan için kullanacağım daha önce aklıma gelmezdi: mekanı cennet olsun ...

schule Pazar, Ekim 04, 2009

Zar zor yetiştim servise.

1 saat 15 dakika sürdü asıl ulaşım aracıma ulaşmak için istifade ettiğim minibüs yolculuğum.

Gerekli işlemleri yapıp bekleme salonundaki soğuk, metal ve birhayli konforsuz oturaklara oturana kadar herşey gayet normaldi. Bu cümleden oturakların beni huzursuz ettiği çıkmasın, tamamen tesadüf :)

İçim sıkılmaya, karnıma kramplar girmeye başladı aniden. Telefona sarıldım hemen, birileriyle konuşup unutabilirdim belki ne idüğü belirsiz bu sıkıntıyı. Üç denemem de sonuçsuz kaldı, kimseye ulaşamadım. 1 saate yakın bekledim o boğucu yerde. En sonunda imdadıma Özlem yetişti.Konuştuk, konuştuk...

Anons yapıldı, 100'e yakın kişi çıkış kapısına üşüştü. Bende de anlamsız bir şekilde insanlara dikkat etme durumu baş gösterdi. Herkesi dikkatle inceliyor buldum birden kendimi. Sanırım öleceğimden korkuyordum ve yarım saat sonra yere çakılacağını düşündüğüm uçağın yolcularını süzüyordum . Kimin, nasıl bir hikayesi var acaba? Neden Ankara'ya gidiyorlar?Şu çift kaç aylık evli ki? Arkamızdan yazılabilecek dramatik hikayeleri kestirmeye çalışıyordum galiba.

Benim için ne yazarlardı ki? Görünürde gayet basit bir amacı var bu seyahatimin. Oradan bir malzeme çıkması zor. Belki, "Oysa ki ne zorluklar çekerek yeni öğretmen olmuştu. Mesleğine doyamadan aramızdan ayrıldı.." gibi oldukça dram kokan bir alt başlık yazılabilir :P

Bu antin kuntin düşünceleri bırakma kararı almıştım ki, merdivenleri çıkarken kokpite takıldı gözüm. Işığı oldukça kısık göstergeler- nasıl bir ruh halindeysem artık- uçağın külüstür olduğunu aklıma düşürdü(sanki daha önce onlarca kokpit görmüşüm de kıyaslama yapıyorum)

Sakin ol Şule...Sakin...

Bendeki paranoya öyle zirveye çıktı ki, uçakta sinek uçsa "Bu bir işaret mi?" diye düşüneceğim artık. Ama o da ne..? Sinek..!! Daha çok gençtim halbuki...

Sakin...

Yanımda oturan, sonradan opera sanatçısı olduğunu öğrendiğim, enine-boyuna alabildiğince geniş olan adamın gereksiz rahatlığı beni iyice gerdi başta. Ama baktım ki türbülansa dahi girmiyoruz, "Hadi bakalım, yırttık Şule!" deyip ben de başladım muhabbete. Oh be dünya varmış..!



Nihayetinde çok şükür kazasız belasız atlattık bu yolculuğu da. Oradan in,buna bin, otobüs,taksi falan derken kardeşlerime kavuştum sonunda.

Yolculuktaki kasvetin aksine, oldukça keyifli geçti hafta sonum.

Dönüş günü geldi çattı.
Servisteyim yine. Moral bozukluğumun üzerine bir de GS'nin yenildiğini öğrendim,dünya başıma yıkıldı. Ama bu sendromu da çabuk atlattım.

Esenboğa girişinde bir de ne göreyim..! GS futbolcularını taşıyan otobüs. Servisten bir indim, Arda, Ayhan,Servet... Kısacası bütün kadro. Hepsinde moral sıfır. Eeee Ankara takımından 3 tane yersen, böyle olur tabi.
Güvenlik kontrolünden geçiyorum, Ayhan hemen önümde. Bekleme salonuna yöneldim Baros'la göz göze geldik. Oturdum, iki sandalye yanıma Elano oturdu. Az sonra karşıma Rijkaard geçti oturdu. Ben de güya istifimi bozmuyorum, her gün gördüğüm için onları :P fotoğraf falan çekinmeye tenezzül dahi etmiyorum. Ne o görmemişler gibi :P
Aslında kendimi kandırıyorum. Bal gibi de isterdim Rijkaard' la, Arda'yla bi fotoğrafım olsun. Tam cesaretimi topladım ki, Elinde cep telefonu, Rijkaard'a doğru giden bir adamın koruma tarafından engellendiğini görünce hevesim de kursağımda kaldı.

Ve 48 saat sonra tekrar Çarşamba...

Ardından Fatsa...Evim...Odam...Yatağım...
Çok yorgunum, uyumalıyım...
Ama canım da ne kadar havuçlu kek çekti..!