schule Pazar, Ekim 04, 2009

Zar zor yetiştim servise.

1 saat 15 dakika sürdü asıl ulaşım aracıma ulaşmak için istifade ettiğim minibüs yolculuğum.

Gerekli işlemleri yapıp bekleme salonundaki soğuk, metal ve birhayli konforsuz oturaklara oturana kadar herşey gayet normaldi. Bu cümleden oturakların beni huzursuz ettiği çıkmasın, tamamen tesadüf :)

İçim sıkılmaya, karnıma kramplar girmeye başladı aniden. Telefona sarıldım hemen, birileriyle konuşup unutabilirdim belki ne idüğü belirsiz bu sıkıntıyı. Üç denemem de sonuçsuz kaldı, kimseye ulaşamadım. 1 saate yakın bekledim o boğucu yerde. En sonunda imdadıma Özlem yetişti.Konuştuk, konuştuk...

Anons yapıldı, 100'e yakın kişi çıkış kapısına üşüştü. Bende de anlamsız bir şekilde insanlara dikkat etme durumu baş gösterdi. Herkesi dikkatle inceliyor buldum birden kendimi. Sanırım öleceğimden korkuyordum ve yarım saat sonra yere çakılacağını düşündüğüm uçağın yolcularını süzüyordum . Kimin, nasıl bir hikayesi var acaba? Neden Ankara'ya gidiyorlar?Şu çift kaç aylık evli ki? Arkamızdan yazılabilecek dramatik hikayeleri kestirmeye çalışıyordum galiba.

Benim için ne yazarlardı ki? Görünürde gayet basit bir amacı var bu seyahatimin. Oradan bir malzeme çıkması zor. Belki, "Oysa ki ne zorluklar çekerek yeni öğretmen olmuştu. Mesleğine doyamadan aramızdan ayrıldı.." gibi oldukça dram kokan bir alt başlık yazılabilir :P

Bu antin kuntin düşünceleri bırakma kararı almıştım ki, merdivenleri çıkarken kokpite takıldı gözüm. Işığı oldukça kısık göstergeler- nasıl bir ruh halindeysem artık- uçağın külüstür olduğunu aklıma düşürdü(sanki daha önce onlarca kokpit görmüşüm de kıyaslama yapıyorum)

Sakin ol Şule...Sakin...

Bendeki paranoya öyle zirveye çıktı ki, uçakta sinek uçsa "Bu bir işaret mi?" diye düşüneceğim artık. Ama o da ne..? Sinek..!! Daha çok gençtim halbuki...

Sakin...

Yanımda oturan, sonradan opera sanatçısı olduğunu öğrendiğim, enine-boyuna alabildiğince geniş olan adamın gereksiz rahatlığı beni iyice gerdi başta. Ama baktım ki türbülansa dahi girmiyoruz, "Hadi bakalım, yırttık Şule!" deyip ben de başladım muhabbete. Oh be dünya varmış..!



Nihayetinde çok şükür kazasız belasız atlattık bu yolculuğu da. Oradan in,buna bin, otobüs,taksi falan derken kardeşlerime kavuştum sonunda.

Yolculuktaki kasvetin aksine, oldukça keyifli geçti hafta sonum.

Dönüş günü geldi çattı.
Servisteyim yine. Moral bozukluğumun üzerine bir de GS'nin yenildiğini öğrendim,dünya başıma yıkıldı. Ama bu sendromu da çabuk atlattım.

Esenboğa girişinde bir de ne göreyim..! GS futbolcularını taşıyan otobüs. Servisten bir indim, Arda, Ayhan,Servet... Kısacası bütün kadro. Hepsinde moral sıfır. Eeee Ankara takımından 3 tane yersen, böyle olur tabi.
Güvenlik kontrolünden geçiyorum, Ayhan hemen önümde. Bekleme salonuna yöneldim Baros'la göz göze geldik. Oturdum, iki sandalye yanıma Elano oturdu. Az sonra karşıma Rijkaard geçti oturdu. Ben de güya istifimi bozmuyorum, her gün gördüğüm için onları :P fotoğraf falan çekinmeye tenezzül dahi etmiyorum. Ne o görmemişler gibi :P
Aslında kendimi kandırıyorum. Bal gibi de isterdim Rijkaard' la, Arda'yla bi fotoğrafım olsun. Tam cesaretimi topladım ki, Elinde cep telefonu, Rijkaard'a doğru giden bir adamın koruma tarafından engellendiğini görünce hevesim de kursağımda kaldı.

Ve 48 saat sonra tekrar Çarşamba...

Ardından Fatsa...Evim...Odam...Yatağım...
Çok yorgunum, uyumalıyım...
Ama canım da ne kadar havuçlu kek çekti..!

0 yorum: