schule Cuma, Temmuz 23, 2010


En ön sıradan izliyorum Sezen’i, yanımda da arkadaşım. Şarkısı bitince birden sahneye çağırıyor beni, uzatıyor mikrofonu. “Mehtaplı gecelerde hep seni andım” diye başlıyoruz. “Aaaah aaahhh, boş yereee yaaanndııım…”
Sonra sarılıp doğum günümü kutluyor. O anda, binlerce kişinin alkışıyla yıkılıyor Harbiye.

Alkış sesiyle uyanıyorum.
Uçaktayım. Başarılı bir inişin ardından yolcular pilotu kutluyorlar (güya) alkışlayarak.
Off geldik..!
Oysa daha birkaç saat önce İstanbul’da, pırıl pırıl bir havada öğle yemeği yiyordum. Haliç manzarasına karşı kahve höpürdetiyordum ondan da önce...

Yok yok…Bu kez daha bir dokunaklı oldu İstanbul’la vedalaşma sahnemiz. Garip bir şekilde, daha bir bağlandım sanki.

THY servisine binip, gerekli mercilere uçaktan sağ salim indiğimi haber ettikten sonra Fatsa’ya doğru yola çıktık. Arkama yaslanıp İstanbul günlerimi hayalimde tekrar yaşamaya başladım. Fakat o da nesi! Daha ilk dakikada, arkamdaki bebeğin dayanılmaz ağlamasıyla irkildim.

Hayır ..! Şimdi olmaz..!

Şu huzurlu ortamı bir bebeğin bozmasına müsaade edemezdim. Hemen kulaklıkları takıp radyoyu açtım. Gözlerimi kapatıp İstanbul’a geri döndüm.
İlk şarkı Tarkan’dan Sevdanın Son Vuruşu. Güzel başlangıç… İstanbul’da ilk gün gibi. İstiklal, Florya, dondurma…


Teoman’ın sesi : “Akşama doğru azalırsa yağmur, Kız Kulesi ve Adalar…”


Onunla beraber
ben de gidiyorum Kız Kulesi’ne. Ağır aksak çıkıyorum merdivenleri, o sıcakta iyi geliyor püfür püfür Boğaz esintisi eşliğinde İstanbul manzarası.








Radyocular bugün kıyak geçiyor bana galiba.

Sezen şakıyor şimdi. Onun söylediği gibi yandan çarklı değil artık ada vapurları. Daha hızlı ulaşım açısından seçtiğimiz, İDO denen feribotu kullandık Büyük Ada seferimiz için. Simitçi, kahveci, gazozcunun yolcular arasında dolandığı, ya da rüzgardan kiminin saçının, kiminin eteğinin uçuştuğu nostaljik bir tabloyla karşılaşamıyorsun bu araçlarda. E yok öyle hem cam kenarı, hem şoför arkası, hem ucuz…


Kınalı Ada’nın dillere destan plajı(!!) nda deniz sefası, Özlem'in Kaşık Ada'sı, Büyük Ada’da tarihi Rum köşkleri arasında atraksiyonlu bisiklet turu geliyor gözümün önüne.

Ve bir de ağızlarının tadını gayet iyi bilen martılar…
Benim bildiğim: martı dediğin, havaya attığın simidi denize inmeden kapıp mideye indirir. Yani filmlerde falan öyle görürdüm. Bu sahneyi canlı yaşamak isteyip masadaki simit parçasını savurdum gökyüzüne, simit olduğu gibi denize düştü. “Buranın martıları antrenmansız galiba, havada tutamıyorlar” diye söylendik. Birkaç denemeden sonra, denizde yüzen simit ve ekmek parçalarını da yemediklerini gördük. Meğer tenezzül etmiyorlarmış haspalarım. Tabaklarımızda arta kalan salam, peynir ve hatta tereyağı parçalarını denize atan garson sayesinde öğrendik bunu. Hepsini afiyetle yediler bizim şaşkın bakışlarımız arasında.

Ezginin Günlüğü çıktı bir başka frekansta. Onlar “Geçmem bir daha Kadıköy’den” diyorlar ama ben yine geçerim. Hatta Bağdat Cad. İskele Sok. Erdoğan Apt. No:9/2 a da giderim yine. Ve saat kaç olursa olsun çiğ köfte - lahmacun yerim yine, bunların yağ tabakası olarak vücuduma postu sereceğini bile bile.

Fatsa’ya geldik sonunda. Tabii hayallerimin de sonuna.
Ama damağımda hala Boğaz’a karşı yediğim balığın tadı…

Son bir şarkı için vaktim var henüz. “kanal ara” tuşuna dokunuyorum. Emel Müftüoğlu :

Şimdi İstanbul’da olmak vardı anasını satayım
Püfür püfür bir vapurun yan tarafında
Şu anda İstanbul’da olmak vardı anasını satayım
Yeni cami de mısır atmak kuşlara
Köprüde balık ekmek yemek
Dolmuşa hadi gidelim demek
Ver elini Yenikapı ver elini Bebek,Tarabya
Şu anda oralarda olmak vardı ya
Şimdi İstanbul’da olmak vardı anasını satayım
Boğazda köhne bir iskelenin yamacında
Tabakta kavun peynir
Kadehte buz gibi rakı
Dilimde yarı acı yarı tatlı bir şarkı

Şu anda İstanbul'da...


0 yorum: