Öyle bir ağaç ki bu; her bir yaprağı ayrı bir bahar getirmiş içimize. Tohumken fidan, fidanken umut olmuş. Hiçbir balta kesememiş,yıkılmamış. İlimle irfanla sulamışlar. Kökleri, kalbimizi saran, koruyan muhafızmış. Mutlu sonlar yaratmış, bizi mutlu yapmış. Ve en önemlisi de çevresi de fidanlardan koca bir orman olmuş.
Sadece bahar değilmiş içimize getirdiği... Belki de bir kış günü, ama soğuk değil. Beyaz ve masumca. Soğukta içilen, dumanı üstünde bir bardak çay gibiymiş. Fakirlerin evine yılda bir giren et gibi. Bu kadar anlamlı, bu kadar hayat doluymuş. Sel oldu mu toprağı korumuş, tutmuş, bırakmamış. Sevgisini güneşten alıp, doğruca fidanlarına yansıtmış. Yeis kalmamış akıllarda. Cahilliğin üzerine set çekmiş kitaplardan. Gülen yüzlerle sevinçleri, ağlayan gözlerle de hüznü tatmış. Kurumuş, dallarında hal kalmamış, ama onun gibi bir sürü ağaç yetiştirmiş. Dünyaya oksijen verip "Oh be!" dedirtmiş. Ne güzel bir dünya öyle değil mi? Aslında bu hikaye gerçek. Sanmayın ki onlar bizden çok uzakta. Mesafelere çizik atmak bize düşmüyor mu?
O ağacın gerçekteki hali öğretmenlerdir. Şu satırları dahi onlarsız yaşamak mümkün mü? Yaşamayı, yaşatmayı, sevmeyi, sevdirmeyi, yeşermeyi, yeşertmeyi, olmayı, olgunlaştırmayı, kısacası fidan büyütmeyi bilen öğretmenler... En önemlisi de bu hikaye mutlu sonla bitmiş. Umarım ki bizim mutlu hikayemiz hiç bitmez.
Yeminimi de ettim. Bugün itibariyle gerçek öğretmen (!) olmuşum.
Günümüz kutlu olsun bakalım.
Topu topu 4 yazı yazmışım son İstanbul yolculuğum üzerine. Gerçi bu biraz da yazı kısırlığından kaynaklanıyor. Zira 23 Temmuz muş tarihi.






Bazen öyle bir an gelir ki, dünya dursun istersin.


-Bu anayasa paketi şimdi bana kaybolan yıllarımı geri verecek mi? vermeyecek. o zaman hayır!
-Yumurtanın fırçalanmayan tarafı da, fırçalanan tarafı kadar beyaz olacak mı? olmayacak. O zaman hayır!
-Pazartesi diyete başlamak mümkün olacak mı bugün? o gelmeyen gün hiç gelmeyecekse hayır!
-Yeni anayasa eşek sudan gelinceye kadar dayak yerken eşeğin gelişini hızlandıracak mı? Hızlandırmayacak. O zaman hayır!
-Odam kireç tutmuyor. Yeni anayasa paketi ile tutabilecek mi? Tutmayacak. O zaman hayır!
Alkış sesiyle uyanıyorum.

Şu huzurlu ortamı bir bebeğin bozmasına müsaade edemezdim. Hemen kulaklıkları takıp radyoyu açtım. Gözlerimi kapatıp İstanbul’a geri döndüm.

Radyocular bugün kıyak geçiyor bana galiba.


Ezginin Günlüğü çıktı bir başka frekansta. Onlar “Geçmem bir daha Kadıköy’den” diyorlar ama ben yine geçerim. Hatta Bağdat Cad. İskele Sok. Erdoğan Apt. No:9/2 a da giderim yine. Ve saat kaç olursa olsun çiğ köfte - lahmacun yerim yine, bunların yağ tabakası olarak vücuduma postu sereceğini bile bile.
Fatsa’ya geldik sonunda. Tabii hayallerimin de sonuna.
Derse sığdıramadığım soruları çöz, defter imzala, gençlerin sorularına bak vs. derken, 10 dakikalık ders aralarının yarısı gidiyor. Bu yüzdendir ki Hidayet Hanım'ın büyük emeklerle hazırladığı Rehberlik Panosuna şöyle bir bakıp geçiyordum çoğu zaman. Tabii artık ders dönemi bitti. Geçtiğimiz hafta da sorumluluk sınavları için okuldaydık. Hazır fırsatını bulmuşken iyice bir inceledim panoları. Orada dikkatimi çeken bir yazıyı paylaşmak istedim.



BAĞIŞLA
Yakın bir zamana kadar, kendi kendime "Ne kadar nankörsün Şule!!" demekten, bu sıfatının üzerime yapışacağı konusunda derin bir endişe taşımaya başlamıştım. Allah'tan bu sadece ben ve iç sesim arasında bir mesele olmaktan öteye geçmedi. Gerçi, bundan sonraki birkaç satırla artık halka arz olacak.
Dondurucu günler geride kaldı nihayet. Yaşasın Mayıs..!
Eflatun tek tek siralamis :
- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...
- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...
- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar.Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...
- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...
Sıra gelmiş ikinci soruya ; "Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış ;
- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...
- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır"..
Otuz dakikalık Korgan-Fatsa yolunun virajları çoğu zaman çekilmez gelir. Bunu her “Yolda..” yazımda ifade etmişimdir.Fakat şoför mahallinde bulunmadığım seferlerde, kulağımda bir Sezen şarkısı eşliğinde seyre dalarım doğanın o enfes renklerini. Hayattan tamamen soyutlanmış gibi…
Mutfakta harıl harıl yemek yaparken, salonu süpürürken, geometri testi çözerken ya da bir kafede oturup çene çalarken, fonda çalan şarkının sözlerine dikkat etmeyiz pek. Boşluk doldurmak için vardır oralarda müzik. Ama böyle yolculuklarda sözlere daha bir dikkat ediyor insan. O zamanlarda anlıyor şarkının ne kadar saçma ya da ne kadar anlamlı olduğunu. Tıpkı, yine bir Korgan seferinde dinleyip mıh gibi yerime çakılmama neden olan Güldünya gibi. Sözleri Aylin Aslım’a ait, yorum ise Sezen’den.
Canım abim vurma beni
Bu dünyadan alma beni
Dökülür mü kardeş kanı
Bir karında yatmadık mı
Bir anadan doğmadık mı
Bir memeden doymadık mı
Binbir yarayla tek bir kurşunla gitti Güldünya
Kim farkında, kimin umurunda
Söndü bir dünya
Seni gönderene söyle
Köydeki büyük meclise
Söyle daha çocuk yaşta
Üstüme çıkan herife
Eğer böyle ölürsem
İki elim yakanızda
Hayaletim gezer
Düşer peşinize
Az çok tahmin etmişsinizdir Güldünya’nın hikayesini. Bir de ben anlatayım kısaca :

Adam kaçar ardında altı nüfus bırakarak. Ortada kalmıştır artık Güldünya. Terkeder o da köyü, İstanbul'a gider.
Ailesinin sahip çıkmadığı kadına köyün emekli imamı kol kanat gerer. Bir de “Umut” u vardır Güldünya’nın; herşeyden habersiz bir bebeği...
Çok geçmeden abileri de bulmuştur Güldünya'yı. Hesap kesilecektir...
“Görev”leri yarım kalmıştır abilerin. Tamamlamak hiç de zor olmaz onlar için. Ellerini kollarını sallaya sallaya hastaneye girip yarım bıraktıkları işi bitirirler.
Töre cinayeti kurbanı Güldünya, önce üçüncü sayfa haberiydi. Ölünce manşet oldu. Aradan altı yıl geçmesine rağmen hala unutulmadı. Bir albüme adını veren şarkı onun için yazıldı. Ama O öldükten sonra...

Bir diğer şarkı Aysel Gürel’den. Bilmeyen azdır Ünzile’yi. Gürel, bir Anadolu turnesinde tanıştığı Ünzile isimli kadından etkilenip yazmış sözlerini.
Beşi ölü, on kardeşten biridir Ünzile. Şimdikilerin oyuncak bebekle oynadığı yaşta, ona görücü gelmiştir. Daha kendisi çocukken, birkaç koyun karşılığı satıldığı,tanımadığı bir adama çocuk vermek için vardır o nasılsa. 12 sinde ‘ana’dır artık.
Gül gibi narin, su gibi saf ve sakin der şarkı O’nun için.
“Yağmuru kim döküyor? / Ünzile kaç koyun ediyor?”
İnsanın bilgiye en aç olduğu çağında, en masum sorulardan mahrum bırakılır. Dayak yer,artık hiçbir şey sormaz. Susar…
Köyün son çiti, Ünzile’nin kocaman(!) dünyasının sınırıdır. Oradan ötesi yoktur onun için.
Ünzile’nin hikayesi de böyle devam eder. Çocukları büyümüştür herhalde. Kızları da olmuştur belki. Kızlarının da töre denen aynı kısır döngüde, kendisi gibi ezilip gitmelerini izlemiş midir çaresizce? Kim bilir…
Bu ülkede daha binlerce Güldünya ve Ünzile var töre cinayetleriyle katledilen veya özgürlükleri ellerinden alınıp ölmekten beter edilen. Suçları ortada : yanlış(!) cinsiyet genini taşıyorlar.
Sırf bu gen yüzünden şiddete maruz kalışları ya da öğrenme haklarının ellerinden alınışları.
Bu insanlık suçunu işleyenler kadar, tüm bunları görmezden gelenler de suçludur.
Başka suçlar işlenmeden uyanalım artık. Erkek, kadın, çoluk çocuk… Hepimiz uyanalım..! Uyandıralım..!